20 Ağustos 2017 Pazar

TASAVVUFTA 4 KAPI: ŞERİAT, TARİKAT, MARİFET, HAKİKAT

Öğrencilerinden biri Hz. Mevlana'ya sormuş: ''Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?'' Mevlana: ''Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan 4 kişi var. Hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım.'' demiş. Öğrenci gitmiş birincinin ensesine bir tokat aşketmiş. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve kuvvetli bir tokatla Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradan'a güvenip ikinciye aşketmiş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış.
Mevalana: ''İşte sana istediğin örnekler: Birinci; şeriat kapısını geçememiş biriydi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için tokadı yeyince kalktı. Aynısını sana iade etti. İkinci; tarikat kapısındandır. Tokadı yeyince o da kalktı tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. ''Sana kötülük yapana bile iyilik yap.'' Onun için döndü, yerine oturdu. Üçüncü; marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradan'dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle dönüp baktı. Dördüncü; hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile.


13 Aralık 2016 Salı

PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN AMERİKA'YI NEYLE TEHDİT ETTİ?
Milli Görüş lideri ve 54. Hükümet´in Başbakanı Necmettin Erbakan´ın Amerika´yı PKK´ya olan desteğinden dolayı tehdit ettiği ortaya çıktı. İşte unutulmaz tarihi olay.


90’lı yılların başlarında başlayarak artan PKK saldırılarında her gün birer, ikişer, beşer hatta bazen 10’ar askerimiz şehit oluyordu. 90’lı yılların ortalarına geldiğimizde ise PKK, saldırılarını devam ettirmekle birlikte,çöküntü haline girmişti. İşte böyle bir dönemde Erbakan,bir yandan Türkiye’deki iç siyasi gelişmelerle ilgilenirken, dışarıda da ABD’nin PKK desteğine karşı bir lobi faaliyeti yürütüyordu. 


FARRAKHAN TÜRKİYE’YE GETİRİLDİ
Erbakan, 1995 yılındaki seçimlerden önce Türkiye’ye davet ettiği Amerika’daki siyah Müslümanların içinde örgütlendiği Nation of Islam (İslam Milleti)’ın lideri Louis Farrakhan nedeniyle hem Türkiye’den hem de dışarıdan büyük bir eleştiri almıştı. Kendisi ve ait olduğu siyah ırkı yüzyıllarca ırkçılığa tabi tutulmasına rağmen “ırkçılık”la suçlanan Farrakhan’ı neden kabul ettiğine dair, muhafazakarlar dahil herkes Erbakan’ı sert bir dille eleştirmişlerdi.
Ancak Farrakhan’ı sıcak bir şekilde karşılayarak onurlandıran Erbakan’ın bu görüşmede Farrakhan aracılığıyla Amerika’ya çok önemli bir mesaj vermişti.

PKK’YA KARŞI SİYAHLAR TEHDİDİ
İkilinin görüşmelerinden sonra ülkesi Amerika’ya dönen Farrakhan, 16 Ekim 1995 yılında “Million Man March” olarak bilinen ünlü protesto yürüyüşünün gerçekleşmesine ön ayak oldu. Amerika’nın en büyük iç tehdit unsuru sayılan Nation of Islam (İslam Milleti)’ın Beyaz Saray önündeki bu protestosu, Amerikalıları endişelendirmişti. Amerikalıların korku dolu bakışlarla bir “Siyah ayaklanması mı başlıyor” dedikleri bu gösteri aslında Erbakan’ın Farrakhan’la ortaya koydukları bir planın gereğiydi. Zaten yürüyüşün 16 Ekim’de yapılacağı da 9 Ekim’de duyurulmuştu.Yani bir haftalık bir süre içinde bir milyondan fazla insan gösteri çağrısına uyarak Beyaz Saray önünde toplanmıştı. Erbakan,o dönemde sayıları yedi milyonu bulan ve Amerikan yönetiminde tek söz sahibi olan Yahudi lobisine karşılık, Farrakhan eliyle sayıları yedi milyonu bulan Müslüman bir lobi kurmak istemişti. Farrakhan’ın Beyaz Saray önüne bir milyon siyahîyi toplaması her ne kadar Amerikan yönetiminden olan hoşnutsuzlara bağlansa da,gösterilerin yapıldığı Beyaz Saray önünde canlı yayın yapan Amerikan televizyonları o dönemde sık sık Farrakhan’ın Erbakan ile olan görüşmesine atıfta bulunuyor ve böyle bir görüşmeden sonra bu gösterinin olmasının tesadüf olmayacağını belirtiyorlardı. 


ABD'de yaşayan siyahiler vasıtasıyla Amerika'ya ''Siz PKK ile bizi tehdit edersiniz biz de siyahilerle sizi tehdit ederiz'' mesajı vermişti ve uzun bir süre PKK etkinliğini kaybetmişti.

4 Şubat 2016 Perşembe

YA SETTAR
Musa aleyhisselam Rabb’ine yalvarırken der ki: ‘’Aylardır yaptığımız yağmur duasını kabul buyurmuyorsun,  Rabb’im, neden ola ki? Cevap gelir kendisine: ‘’İçinizde bir gammaz, gıybetçi var da ondan.’’ Musa alehisselam sorar: ‘’Rabb’im, o adam kimse bildir de onu hemen içimizden kovalayıp çıkaralım.’’ Rabb’imizin ikazı dolu cevabı ibretli olur: ‘’Ya Musa, o gammazın kim olduğunu söylersem ben de gammazlık etmiş olmaz mıyım? Ben Azimüşşan gammazları ve gammazlığı asla sevmediğim halde onu ben nasıl yaparım? Şahıs aleyhinde bulunurum?’’ Hazreti Musa mahcubiyetle başını aşağı eğerek gıybetin, dedikodunun Allah yanındaki kötülüğünü düşünür. Bir müddet sonra yine vahy-i ilahi gelir: ‘’Ya Musa, o gammaz öldü. Falan yerde cenazesi kalkacak. Git onun cenazesini kıldır.’’ Günlerdir yaptıkları duaların reddine sebep olan gıybetçinin kim olduğunu merak eden Hazreti Musa koşa koşa gider, bir de bakar ki ortalıkta birkaç tane cenaze beklemekte, bunların içinde gıybetçinin kim olduğu yine bilinmemektedir. Tekrar yalvaran Hazreti Musa: ‘’Ya Rabb’i, der. Bu kadar cenazenin içinde o gammazın kim olduğunu yine bilemedim.’’ Bu defa yine ibretli cevabı alır: ‘’Ya Musa, benim bir sıfatım da ‘Settar’dır. Yani ayıpları örtücüdür. O gammaz kulumun ayıbını senin yanında örtmek için cenazelerin içinde kendisini sakladım. Boşuna araştırma, bulamazsın, bulmaya da mecbur değilsin!


1 Şubat 2016 Pazartesi

KÖTÜLÜKLERİ UNUT, İYİLİKLERİ HEP HATIRLA
Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikaye anlatılır. Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri ötekine bir tokat atar. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şunu yazar: ‘’Bugün en iyi arkadaşım bana tokat attı.’’ Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken batağa saplanır. Boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzere olan arkadaş tam selamete çıktıktan sonra bir kaya parçasına şunu yazar: ‘’Bugün en iyi arkadaşım benim hayatımı kurtardı.’’ Tokadı vuran ve sonra en iyi arkadaşının hayatını kurtaran kişi şöyle der: ‘’Senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın ama şimdi kayaya kazıyorsun, neden?’’ Öbür arkadaş ona der ki: ‘’Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize iyilik yaparsa onu kayaya kazımalıyız ki hiçbir rüzgar yok edemesin.''
*İncinmelerinizi kuma, gördüğünüz iyilikleri kayalara kazımayı öğrenin.*


29 Ocak 2016 Cuma

KÖTÜ SÖZÜ İÇİNDE TUT
Adamın biri Hasanı Basri Hazretleri’ne gelir. ‘’Biliyor musunuz, filanca kişi sizin hakkınızda olmayacak şeyler söylüyor.’’ Basri Hazretleri: ‘’Nerden biliyorsun?’’ diye sorar. Adam: ‘’Kulaklarımla duydum.’’ der. ‘’Nerede’’ diye sorar. Adam: ‘’ Fitnecinin evinde’’ cevabını verir. Hasanı Basri Hazretleri: ‘’Orada ne arıyordun?’’ der. Adam:’’ Ziyafete gitimiştim.’’ Yine Basri Hazretleri sorar. ‘’Peki neler ikram etti?’’ Adam sıralamaya başlar. ‘’Çorba, börek, pilav, tatlı, dolmalar, köfteler, meyveler, şerbetler. Bir sürü şeyler işte.’’ Ardından Basri Hazretleri adama bakar ve şu cevabı verir: ‘’Bütün bunları içinde tutuyorsun da o üç beş kelimeyi niye tutamıyorsun be adam?’’


28 Ocak 2016 Perşembe

KAFİR Mİ, MÜ’MİN Mİ?
İmamı Azam’ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: ‘’Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükusuz, secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mü’min mi? Mecliste bulunanlar: ‘’Bunlar kafirin sıfatlarıdır. Böyle bir adam kafirin ta kendisidir. Ya imam, sen ne dersin?’’ dediler. İmamı Azam: ‘’Bunlar mü’min sıfatlarıdır, böyle biri mü’minin ta kendisidir.’’ dedi. İtiraz ettiler: ‘’Ya imam, nasıl olur? Mü’min cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?’’ İmam tek tek açıkladı: ‘’Gerçek (bilinçli) mü’min cenneti istemez, sahibini (Allah’ı) ister. Cehennemden korkmaz, sahibinden korkar. Ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah’ı görmez ama kesin inanır. Rükusuz, secdesiz kıldığı namaz, cenaze namazıdır. Fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evlattır. (Kur’an’da mal ve evladın mü’minler için fitne-imtihan olduğu belirtilmiştir.) Hakkı istemez; çünkü haktan kasıt ölümdür, mü’min de olsa ölümü temenni etmez.''


26 Ocak 2016 Salı

SİZ GERGİNLİĞİ ARTIRAN DEĞİL, AZALTANLARDAN OLUN!
Meşhur alim, Kamus Mürtecimi Asım Efendi, kendisine yönelen bir bela ve musibetin önünden nasıl bir anlayışla kurtulduğunu anlatırken şöyle der: ‘’Tahsilim zamanında medreseme yakın fırından ekmek alırdım. Bir sabah yine ekmek almak için gittiğim fırında tezgahtaki adamın haksızlığına uğradım. Adam herkese sırası gelince istediği ekmeği veriyor, bana gelince görmezlikten geliyordu. İkaz ettim ve o an düşündüm ki bu adam bir belaya müstahak hale gelmişse neden bu belayı benim elimle bulsun. Ben de onun müstahak olduğu belanın suçlusu durumuna düşeyim? Sabredeyim, mutlaka bu haksızlığın içinde bir hikmet vardır, sabır imtihanına tabi tutuluyor olabilirim.’’ diyerek geriye çekildim. Bir zaman sonra bu adamın bana kastı neydi acaba diye merak edip fırına gittim, baktım adam orda yok, sordum, dediler ki: ‘’O gün senden sonra kavga ettiği bir adamdan aldığı darbelerle yaralandı, perişan halde yatağında yatıyor.’’ Anladım ki onun başına böyle bir musibet gelecekmiş, beni de gelecek olan musibetin müsebbibi yapacakmış. Gösterdiğim sabır sayesinde onun başına gelecek musibetin müsebbibi olmaktan kurtulmuşum. Böyle haksızlığa maruz kaldığınızda kendi haklılığınızı düşünerek sakın öfkeye kapılıp da tepkinizin dozunu yükselterek kendinizi muhatabın müstahak olduğu musibetin müsebbibi durumuna düşürmeyin.’’



25 Ocak 2016 Pazartesi

ALLAHU TEALA'YI BİLİR MİSİN?
Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; “Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdüğünde Allahu Teâlâ'nın ibadet ve mârifetine nasıl erişir?” dedi. Sonra kendi kendine; “Gideyim, ona Allahu Teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim.” deyip, çocuğun yanına geldi ve:
-Evladım, Allahu Teâlâ'yı bilir misin? buyurdu. Çocuk:
-Kul nasıl sahibini bilmez? dedi.
-Allahu Teâlâ’yı ne ile biliyorsun?
-Bu koyunlarımla.
-Bu koyunlarla, O’nu nasıl bilirsin?
-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lazımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahu Teâlâ'dan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahu Teâlâ'yı, böylece bildim.
-Allahu Teâlâ'yı nasıl bilirsin?
-Hiçbir şeye benzetmeden bilirim.
-Böyle olduğunu nasıl bildin?
-Yine bu koyunlardan.
-Nasıl?
-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahu Teâlâ'nın elbette kullarına benzemeyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek:
-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu.
Çocuk:
-Ben bu sahralarda, nasıl ilim tahsil edebilirim, dedi.
-Peki başka ne öğrenmişsin?
-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.
-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.
-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O’nu bileyim. O’nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermeyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O’nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O’nu hatırlatanları dile getirmeyi, O’ndan bahsetmeyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O’na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.
Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:
-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir, dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.
-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızası için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünya için öğrenmişsen, Cennet’e kavuşamazsın, dedi.




22 Ocak 2016 Cuma

YİRMİ SANİYEDE
Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’nin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Bir gün: ‘’Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?’’ dedi. Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri: ‘’Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin andan beri seni tanıyorum.’’ dedi. Şeytan: ‘’Ey Sultanü’l Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka bir zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiç bir isteğimi yaptırmaya muvaffak olamadım.’’ dedi. Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri: ‘’Defol mel’un! Şimdi de beni kendime beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun? Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl kaşımdan!’’ diye bağırdı.

*İnsanın en zayıf damarı ‘’Sensin!’’ denilerek, koltuğunun altına girmektir. Nice cahil, günahkar, kendisini alim ve faziletli zannederek bu şekilde İslam’a zarar vermiş, verdirmiştir. Günümüzün de en tehlikeli hastalıklarından da birisi budur.*


21 Ocak 2016 Perşembe

TEVEKKÜL BÖYLE Mİ OLUR?
Büyük velilerden Şakik Belhi bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığını gördü. Yanına yaklaştı ve sordu: ‘’Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun?’’ Köle cevap verdi: ‘’Hekesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.’’ Bu açıklama Şakik’i adeta bir şamar yemiş gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı. Kendi kendine şöyle dedi: ‘’Hey Şakik, kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bu kadar güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah’a inanıyor, tevekkül ediyorsun. Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?’


20 Ocak 2016 Çarşamba

HELVA KİMİN HAKKI
Biri Yahudi, biri Hıristiyan ve biri de Müslüman olan üç arkadaş birlikte yolculuğa çıkmışlar. Yolda kar ve tipi bastırınca üç yoldaş bir hana sığınıp burada yolların açılmasını beklemişler. Handa, üç arkadaşa, balla yapılmış çok lezzetli bir tabak helva ikram edilmiş. Her biri helvayı kendisine ait sayarak sahiplenmiş. Sonunda aralarında, gece en güzel rüyayı gören kişinin helvayı alması konusunda anlaşmışlar. Böylece sabah üçü de gördüğü rüyayı anlatacak ve kimin rüyası beğenilirse helvayı o yiyecekmiş. Üç arkadaş, sabah erkenden uyanmışlar. Yahudi rüyasını anlatmaya başlamış: ‘’Rüyamda yolda karşıma Hz. Musa (a.s) çıktı, onun peşine düştüm, Tur Dağı’na kadar gittik. Tur Dağı’ndaki ışık öyle kuvvetliydi ki ışığın parıltısından bayılıp gittim.’’ Böylece Yahudi sözlerini uzatıp durmuş. Doğrusu hiç de görmediği şeyleri anlatmış. O, sözlerini bitirince bu kez Hıristiyan, rüyasını anlatmaya başlamış: ‘’Rüyamda Hz. İsa’yı (a.s) gördüm. Onunla göğün dördüncü katına çıktım. Gökyüzünde öyle şaşılacak gördüm ki dünyadakilerle kıyaslanması mümkün değil!’’ Hıristiyan da sözlerini uzatıp asla görmediği şeyleri anlatmış. Artık sıra Müslüman’a gelmiş, iki yol arkadaşı merakla anlatılacakları dinlemeye koyulmuş. Müslüman anlatmaya başlamış: ‘’Dostlarım, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) rüyamda yanıma geldi ve bana dedi ki: ‘’Arkadaşlarından biri Hz. Musa (a.s) ile Tur Dağı’na gitti, diğeri ise Hz. İsa (a.s) ile dördüncü kat semaya çıktı. Bari sen de kalk da şu helvayı ye!’’ Arkadaşları, Müslüman’a hayretle bakıp ‘’Yoksa helvayı yedin mi?’’ demişler. O da: ‘’Eh, Peygamber buyruğuna uymamak olmazdı. Siz o rüyaları görürken ben de kalkıp helvayı yedim.’’ demiş. Arkadaşları: ‘’Gerçek rüya senin gördüğün rüyaymış.’’ diyerek  onun zekasını övmüşler.

*Sen de üstünlükten, hırstan, hüner göstermekten vazgeç; iş hizmette ve güzel huydadır.*


19 Ocak 2016 Salı

PADİŞAHIN ACI MEYVESİ
Güzel adetleri olan bir padişah vardı. Bir gün hizmetçilerinden birine meyve verdi. Hizmetçi sanki bundan önce bu kadar lezzetli bir meyve yememiş gibi iştahlı bir şekilde yemeye başladı. Hizmetçi meyveyi o kadar güzel yiyordu ki padişah da ona imrenerek o meyveden yemek istedi. Hizmetçiye dedi ki: ‘’Ey sen hizmetçi! Sen bu meyveyi çok güzel yiyorsun ben de özendim yarısını bana ver.’’ Hizmetçi meyveyi padişaha verdi. Padişah bunu tattığında acı olduğunu gördü, kaşlarını çattı. Dedi ki: ‘’ Ey hizmetçi! Kim böyle yapabilir? Senin bu acı meyveyi lezzetli yediğin gibi kim yiyebilir? Hizmetçi dedi ki: ’’Ey padişahım! Senin elinden yüz binlerce hediye aldım. Verdiğin bu acı meyveye gelince onu geri vermeyi doğru bulmadım. Senin elinden her an bana yeni bir hazine ulaşırken bu acı meyve için nasıl olur da elinden incinebilirim? Her zaman nimetlerinle beslendim. Dolayısıyla senin elinden gelen bir nimet bana nasıl acı gelebilir?''

*Eğer O’nun yolunda zahmetlere katlanırsan iyi bil ki bu büyük hazinedir. O’nun işine akıl sır ermez. Bu düzen böyle kurulmuş böyle gider. Olgun erler yola koyulduklarında gönülleri kana bulanmadan bir lokma ekmek nasıl yiyebilirler? Tuz ve ekmek yemeye oturduklarında bile gönülleri kana bulanarak kuru bir ekmeği koparıp yerler.*


18 Ocak 2016 Pazartesi

EKMEK İSTEDİN AFİYET OLSUN
İmam Kuşeyri (k.s) naklediyor: Sufinin birisi sürekli, ‘’Allah’ım, senden afiyet istiyorum.  Allah’ım, senden afiyet istiyorum.’’ diye dua ediyordu. Kendisine niçin sürekli böyle dua ettiği sorulunca şöyle anlattı: ‘’Ben, manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde hamallık yapıyordum. Bir gün ağırca bir un yükü taşıyordum. Dinlenmek için yükü bir yere koydum. Orada, ‘’Ya Rabb’i, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen, onlarla yetinirdim.’’ diye dua ettim. O sırada önümde iki kişi dövüşmeye başladı. Ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım. Birisi, elindeki şeyi hasmına vurmak isterken başıma vurdu, yüzüm kana bulandı. O sırada mahallenin asayişinden sorumlu kimse gelip ikisini yakaladı, beni de kana bulaşmış görünce, kavgacı zannedip onlarla birlikte hapse attı. Bir müddet hapiste kaldım, her gün iki ekmek veriyorlardı. Bir gece rüya gördüm, birisi bana, ‘’Sen her gün yorulmadan iki ekmek istedin fakat Allah’tan afiyet (beden, din ve dünya selameti) istemedin. İşte istediğin sana verildi.’’ dedi. Rüyadan uyandım, ondan sonra hep, ‘’Ya Rabb’i afiyet ver. Ya Rabb’i afiyet ver.’’ diye dua etmeye başladım. Bir ara hücrenin kapısı çalındı. Birisi, ‘’Hamal Ömer nerede?’’ diye beni sordu. Beni götürdü, ellerimi çözüp serbest bıraktılar.

*Rasulullah Efendimiz (s.a.v) buyurur ki: ‘’Allah’tan afiyet isteyin. Kula kamil imandan sonra afiyetten daha büyük bir nimet verilmemiştir.’’*



14 Ocak 2016 Perşembe

KISSADAN HİSSE
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaşi Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaşi Veli’ye anlatır ve Hacı Bektaşi Veli ‘’Helal değildir.’’ diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaşi Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlana’ya sebebini sorar. Mevlana şöyle der: ‘’Biz karga isek Hacı Bektaşi Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o etmeyebilir. Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaşi dergahına gider ve Hacı Bektaşi Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini sorar. Hacı Bektaşi Veli der ki: ‘’Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı senin hediyeni kabul etmiştir.''


13 Ocak 2016 Çarşamba

ŞEYTANIN VESVESESİNDEN EMİN OLMAK İSTERSENİZ
Hasanı Basri Hazretleri’nin talebeleri, şeytanın vesvesesinden şikayet ederek: ‘’Ya Şeyh! Şeytandan gayet incindik. Hep bizi yaramaz işlere teşvik ediyor. ‘Elinize geçen dünyayı sıkı tutun, size selamı olacak.’ diyor ve bizi hayırdan alıkoyuyor, dediler. Basri Hazretleri gülümseyerek: ‘’Şimdi buradaydı. O da sizden şikayet etti, dedi ki: ‘Şu Ademoğullarına nasihat eyle de benim hakkıma tamah etmesinler. Kendi haklarına razı olsunlar. Hakk Teala, beni huzurundan kovduğu zaman, dünyayı ve cehennemi bana mülk kıldı. Cenneti ve kainatı ise onlara verdi. Şimdi bunlar kendi haklarını bıraktılar benim mülküme göz diktiler. Ben de onların imanlarını almayınca dünyayı kendilerine vermiyorum.’ dedi. Eğer şeytanın vesvesesinden emin olmak isterseniz, dünyayı terk edin ve endişesini gönüllerinizden çıkarın. Bu nasihatleri dinleyen talebeleri başlarını öne eğerek huzurundan ayrıldılar.



12 Ocak 2016 Salı

HZ. ALİ’NİN CİHADDAKİ İHLASI
Hz. Ali bir harpte hasmını yere yatırır. Boynuna basıp tam kafasını vücudundan ayıracağı sırada, yerde yatan adam Hz. Ali’nin yüzüne tükürür. Bunun üzerine Hz. Ali adamın üzerinden kalkar. Bu hale şaşıran adam sorar: ‘’Beni öldürmekten niçin vazgeçtin?’’ Hz. Ali: ‘’Ben seni Allah rızası için öldürecektim. Sen benim yüzüme tükürünce sana sinirlendim. O sinirle seni öldürseydim, Allah rızası için değil, kendi kızgınlığım için öldürmüş olacaktım. O zaman da sevap kazanamayacaktım. Onun için öldürmekten vazgeçtim.’’ Adam: ‘’Halbuki ben seni kızdırıp bir an önce beni öldürmeni düşündüğümden öyle yapmıştım. Derhal öldürürse fazla acı duymam diye düşünmüştüm.’’ dedi ve Hz. Ali’nin büyüklüğüne hayran kalıp Müslüman oldu.



11 Ocak 2016 Pazartesi

ERKEN KALKMADA BENİ GEÇMİŞLER
Nuşiveran’ın oğlu Hürmüz, çocukluk yıllarında geceleri sabaha kadar, nüktedan nedimler ve beylerle, sohbet meclisinde yiyip, içip, eğlenirdi. Sabah olmaya yakın yatıp uykuya dalardı. Hürmüz’ün hocası ise her sabah gelir, Hürmüz’ü gaflet uykusundan bulurdu. Her zaman nasihat edip ona diller dökerdi: ‘’Ey saadetli şah! Seherle kalk, çünkü seherle kalkan devlet, saadet ve şeref bulur, zafer kazanarak yardıma nail olurlar.’’ derdi. Hürmüz ise hocasının her gün seherle kalkıp gelmesinden ve her zaman bu nasihati vermesinden huzursun oluyordu. Bir gün kölelerine: ‘’Birkaçınız seherde kalkıp hocanın yoluna durun ve gelince hemen üzerinde bulunan güzel elbiselerini soyup, salıverin.’’ der. Adamları Hürmüz’ün emrini yerine getirirler. Erkenden kalkıp hocanın yolunu bekleyip hoca gelince tutup belinden kemerini, başından mücevherli tacını ve üzerinden de süslü elbiselerini soyup alırlar. Hoca bu halde Hürmüz’e gelir. Hürmüz, hocayı görüp bilmiyormuş gibi hocadan başından geçenleri sorar. Hoca soyguncuları şikayet edince Hürmüz: ‘’Ey bilgi sahibi ve yol gösterici, bana her zaman ‘Seherle kalkan devlet ve zafer kazanır, yardıma nail olur’ derdin. Hayret edilecek şey, bu musibet ve zillet sana neden oldu?’’ der. Hocası şu cavabı verir: ‘’ Ey cihan şahı! Soyguncular erken kalkmada beni geçmişler.’’



10 Ocak 2016 Pazar

İBRETLİK SAVUNMA
Ünlü avukat Petrocelli’yi tek biri dava etmiştir. Jüri başkanı onu kendi silahıyla alt etmiştir. Şöyle ki: Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu. Futbolcu yakalanmıştı. Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu: ‘’Sayın jüri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi 1’den 10’a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek. 1,2,3…,10. ‘’ Bütün jüri kapıya döndü, kimse girmedi içeri, avukat bir savunma dehasıydı, öldürücü hamlesini yaptı: ‘’Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz, çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte kararı verirken buna güvenmenizi talep ediyorum.’’ Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı. Mahkeme çıkışında avukat, bayan jüri başkanına yaklaştı: ‘’10’a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?’’ Başkan: ‘’Doğru, ben kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu.''


9 Ocak 2016 Cumartesi

GENCİN RABB’İNİN ADIYLA
Çok eski milletlerden birinde bir kral yaşardı. Yanında her zaman kendisine danıştığı bir sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca krala ‘’Artık ben yaşlandım. Bana genç bir çırak gönder de mesleğimi ona öğreteyim.’’ dedi. Kral da bir delikanlıyı ona gönderdi.
Gencin sihirbaza gidip geldiği yolda bir rahip yaşardı. Delikanlı bir gün ona uğrayıp sohbetine katıldı. Anlattıklarından çok etkilendi. Artık her gün rahibin yanına uğramaya başladı.
Hocası bir gün delikanlıyı geç kaldığı için feci şekilde dövdü. Genç de durumu rahibe şikayet etti ve ne yapması gerektiğini sordu. Rahip de ona ‘’Eğer sihirbazdan korkarsan ‘Ailem beni oyladı.’ de; ailenden korkacak olursan ‘Sihirbaz oyaladı.’ dersin.’’ tavsiyesinde  bulundu.
O bu şekilde gidip gelmeye devam ederken bir gün yolda insanların önüne çıkan büyük bir canavara rastladı. İçinden ‘’Sihirbaz mı daha faziletli yoksa rahip mi? Bugün anlayacağım.’’ diye geçirdi. Yerden bir taş aldı. ve ‘’Allah’ım! Eğer rahibin yaptıkları sana sihirbazın yaptıklarından daha sevimliyse şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler.’’ diye dua ederek taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar da emniyet içinde yollarına devam ettiler. Delikanlı heyecanla gelip hadiseyi rahibe anlattı. Rahip ona ‘’Artık sen benden daha faziletli ve üstünsün. Görüyorum ki yüce bir mertebedesin. Ancak başından bir kısım imtihanlar geçecek. Sıkıntılara maruz kalınca sakın benden bahsetme!’’ dedi. Genç bir süre sonra anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi etmeye başladı. Onun bu maharetini kralın kör bir arkadaşı da işitti. Kucak dolusu hediyeyle yanına gitti. Ve ‘’Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir.’’ dedi.
Delikanlı, ‘’Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah’tır. Eğer iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da sana şifa verecek.’’ dedi. Adam derhal iman etti. Allah da ona şifa verdi. Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral ‘’Gözünü kim iyileştirdi?’’ diye sorunca ‘’Rabb’im!’’ diye cevap verdi. Kral hiddetlenerek, ‘’Senin benden başka Rabb’in mi var?’’ dedi. Adam ‘’Benim de senin de Rabb’imiz Allah’tır.’’ dedi. Kral adamı hemen tutuklatıp işkence yaptırdı. O kadar eziyet etti ki sonunda gözünü tedavi eden ve Allah’a iman etmesine vesile olan gencin yerini söylemek zorunda kaldı. Kral hemen genci yanına getirtti ve ona ‘’Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler yapıyormuşsun!’’ dedi.
Delikanlı, ‘’Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah’tır.’’ dedi. Kral onu da tutuklatıp işkence etmeye başladı. Nihayetinde o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona ‘’Dininden dön!’’ denildi. Rahip direndi, kralın teklifini kabul etmedi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve cesedinin iki parçası ayrı yerlere düştü.
Sonra genç getirildi. Ona da ‘’Dininden dön!’’ denildi. Bu teklifi o da reddetti. Kral bu defa genci adamlarından bazılarına teslim etti. ‘’Onu filan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın, zirveye ulaştığınız zaman tekrar dininden dönmesini isteyin; dönerse ne ala, aksi takdirde atın gitsin.’’ dedi. Gittiler ve onu dağa çıkardılar. Genç ‘’Allah’ım! Bunlara karşı dilediğin şekilde bana yardımını gönder.’’ dedi. Bunun üzerine dağ titremeye başladı ve kralın adamlarının hepsi uçurumdan aşağı düştü. Delikanlı yürüyerek kralın yanına geldi.
Kral şaşkınlık içinde ‘’Arkadaşlarıma ne oldu?’’ diye sordu. Genç ‘’Allah, onlara karşı bana yardım etti.’’ dedi. Kral onu bu defa başka bir gruba teslim etti ve ‘’Bunu bir gemiye götürün denizin ortasına gidin. Dininden dönerse ne ala; aksi halde onu denize atın.’’ diye emretti. Adamlar söylendiği şekilde götürdüler. Genç orada da ‘’Allah’ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana yardım et.’’ diye dua etti. Genç bu duayı eder etmez gemileri alabora oldu ve kralın adamları boğuldu. Genç karaya çıktı ve yürüyerek krala geldi. Kral, ‘’Arkadaşlarıma ne oldu?’’ diye sordu. Genç, ‘’Allah onlara kaşı bana yardım etti.’’ dedi ve ilave etti: ‘’Benim emretmediğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin.’’ dedi. Kral, ‘’O nedir?’’ diye sordu. Genç, ‘’İnsanları geniş bir alanda topla, beni de bir kütüğe as, sadağımdan bir ok al ve yayın ortasına yerleştir, atmadan önce ‘’Gencin Rabb’inin adıyla’’ de. Sonra oku bana at. Ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin.’’ dedi.
Kral hemen halkı düz bir alanda topladı. Delikanlıyı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı ve oku yayın ortasına yerleştirdi. Sonra herkesin duyacağı şekilde, ‘’Gencin Rabb’inin adıyla’’ dedi ve oku fırlattı. Ok gencin şakağına isabet etti. Genç elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu şehit oldu. Bunu gören halk hep bir ağızdan, ‘’Gencin Rabb’ine iman ettik.’’ dediler. Adamları hemen koşarak krala geldiler ve ‘’Ne emredersiniz? Korktuğunuz başınıza geldi. Halk o gencin Rabb’ine iman ettik.’’ dediler. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerine ateşler yakıldı. Kral, ‘’Kim dininden dönmezse onları buraya atın.’’ diye emretti. Bu emir derhal yerine getirildi, inananlar sırasıyla hendeklerde yakıldı.  Sıra, beraberinde çocuğu olan bir kadına geldi. Kadın evladını da düşünerek bir ara tereddüt etti. Dinimden dönsem mi diye düşündü. Bunun üzerine kucağındaki bebek dile geldi ve ‘’Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin.’’ dedi. Kadın da ateşe atıldı ve şehitlerden oldu.

*Bu kahraman genç ve hidayetlerine vesile olduğu insanlar Allah’a gönülden inanmış ve bu uğurda canlarını bile feda etmekten geri durmamışlardı. Zira hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre de hadiselerin bütün sıkıntılarından kurtulabilir.*